5 Eylül 2013 Perşembe

Babam



Babam


Koskoca 20 sene oldu. 
Onu en son 20 yıl önce kokladım. Neredeyse çeyrek bir asır önce sarıldım en son o dev gövdesine sımsıkı. Beni, ağabeyimi ve anneciğimi hiç bırakmayacağını düşünmüştüm. Hiç kimse için. Hiç birşey icin.
Et tırnaktan ayrılır mı? 
Ayrılmaz. Ama...

Ayrıldı...
Hemde sonsuza dek...

Daha dün gibi tüm yaşananlar, düşünüyorumda.
Hala küllenmemiş, ne garip...Oysa zaman, her kederin ilacı derler. Sanırım küllenemeyen bir yangın bu... Tıpkı güneş gibi.
Aydınlatıyor, ısıtıyor sözde heryeri ve herkesi. Ama kendi mütemadiyen yanmakta olan bir alev topu o...
Kederim benim... Sadık yarim... Ruhumun sönmekte direnen, derinlerde saklı büyük yangını..Karanlıkta kalmış küçük dünyamın ışık saçan tek öksüz hatırası...
Hatırlıyorum:
Gri bir gün.

Hakim soruyor: "Söyle yavrum, annen ile babanın ayrılmasını istiyor musun? "

Gözlerim donuk, hakimin kravatına yönelmişler sadece. Gri renkte bir kravat.

Sağa ceviriyorum kafamı, dışarıda hava yağmurlu. Gökyüzü gri.
Sola dönüyorum, babam duruyor ayakta. Bana bakıyor yalvaran gözlerle.
Günler önceden kokladığım saçlarına bakıyorum, onlarda gri renkte...
Arkasında ise boyası yer yer dökülmüş çirkin gri bir duvar. Kapi, pencere, masa, hatta her bir suret gri.

Yoksa yeryüzünün bu ana kadar rengi hep gri idiyde, ben mi bilmiyordum, Allahım?!

Ağlamak istiyorum.

Ama ben ağlayamam ki. Utanırım ağlamaya alenen. Tutuyorum kendimi zar zor. Güçlü olmak zorunda hissediyor kendini çelimsiz bedenim.

Duruyorum bir dakika. Lakin vakit dar! Zamani durdurmak istiyorum. Durmuyor! Allahım, neden?! Okuduğum masallarda herşey mümkündü oysa!

Dur, diyorum! Son bir kez göreyim onları beraber. Son bir kez, sadece!

Niye beklemiyorsun, ey zaman?
Biliyordum ben zaten!
Suçlu sensin! Yıkma ailemi!
Yıkma sevdiklerimi!
Yıkma mazimi, yıkma masum dünyamı!
Yıkma yarınlarımı!

Durmadı. Zira masal değil, gerçekti herşey. Niye dursun ki hem? 
Hayatta ilk acı dersim: "Zaman durmaz, duran ancak sen olabilirsin."

Hakim bir kez daha soruyor. Belli ki acımış halime, o hakimlere mahsus kalın ve tok sesi titriyor, şefkatle yöneltiyor soruyu son kez: "Güzel evladım, zor, biliyorum ama mecburuz bunu sormaya. İstiyor musun annen ile babanin ayrılmasını? "

Anneme bakıyorum.

Annem ağlıyor. Her zamanki gibi duruşu. Mahsun ama onurlu, bitkin ama vakur...

Benim güzeller güzeli annem, nasılda beyazlamış saçları! Nasılda solmuş o öpmeye kıyamadığım melek yüzü! Yıllar nasılda çökmüş gri bir bulut gibi o ipek, koklamaya doyamadığım saçlarına... Rengi solmuş çatlak dudaklarının kenarında bir titreme var. Gülümsemeye mi calışıyor bana, ne? Kim soldurdu kalbindeki çiçegi?

Yapma anneciğim! Bu halinle bile bana güç vermeye mi çalışıyorsun?!

Bir bakıyorum hakimin yüzüne, oda ne?! O da ağlıyor, merhamet duygusuna karşı koyamamış belliki artık yüreği,  gözyaşları isyan bayrağını cekmiş,  yavaş  yavaş süzülmekteler...

Bu kez hiç duraksamadan cevap veriyorum, kararlıyım: " Evet, hakim amca istiyorum!"

Dilim "evet" diyor. Ya kalbim?
Niye kimse kalbime sormuyor, Allahım?!
Sorsana hakim amca, sor! Yüreğin ne diyor, de? Sorun hadi, cevap vereyim!!

Küçük yüreğim yanıyor. Nasıl bir acı bu, yarabbi?! İlk yürek yangınıyla tanışıyorum.
Bir ömür boyu sürecek sıkı arkadaslığımızın ilk dakikaları...
Cok canım yanıyor. Yok mu bir yudum soğuk su? İçsem geçmez mi bu içimdeki tarifsiz yangın? Yüreğime bakıyorum, tüm masum duygular tek ses olmuş bağırıyorlar alevler arasından:

"Babacığımmmm, seni cok seviyoruuum!"

"Ama hata yaptın, çok üzdün bizi!"

Buda öz çocuğunun intikami, babacığım. Kendi kanının intikamı. Sana ne kadar benziyorum, değil mi sinsice intikam alma konusunda?...

Hakettin baba, üzgünüm...

Ama şimdi daha iyi biliyorum ki, hayat boyu dinmeyecek bir fırtınaya tutulmuştu ailemiz. Mecburdum, bu hengameden bir anlıkta olsa firar etmeye, dingin sulara yelken  açmaya.

Mecburdum "evet" demeye, babacığım.

Çeyrek bir asır geçti üzerinden ama yarınlarım hep bölündü durdu o andan itibaren, baba. Senin yüzünden. Heveslerin yüzünden...

Ama ne acıdır ki,

herşeye rağmen,

yinede dünyanın heryerinde hep sen aklıma geldin.

Hep sen gibi sarılmasını istedim bana tüm sevdiklerimin.

Bir gözümden yaş diye hep sen aktın.

Mezuniyetimde sen alkışla istedim en ön sıralarda. Düğünümde alnıma son buseyi senin kondurmani istedim ayrılırken salondan.

Gün geldi sendeledim, gün geldi kalleşçe arkamdan vuruldum. Yandım, kül oldum hatta. Dibe vurdum defalarca!

Her ayağa kalkmaya calıştığımda, hep ama hep seni aradı yaşlı gözlerim! Babam yanımda olsada, şöyle tutup ellerimden kaldırsa diye ümit ettim ama kahroldum her defasında...Çünkü yoktun.

O gün bugündür, senden bana tek hatıra olan bir gam heybesini taktım omuzuma ve hala çıkaramıyorum. Yüküm o kadar ağır ki babacığım!


Değer miydi bütün bunlara?

Sesini duyar gibiyim ötelerden...

Elbette, hayır!
Elbette, değmezdi.

İşte benim sonlanamamış ilk masum hikayem.
Yüreğimde izi geçmeyen tek yaram: 
Tanıştırayım, Babam!..

Seyyah Güneş

25 Ağustos 2013 Pazar



Benim için ne yaptın ki?



Iste sabah oldu yine, upuzun bir gecenin ardindan...Nazli nazli süzülmekte günün ilk isigi karanlik odama.

Camdan disari baktim az önce, bahcedeki güller solmus. 
Toprak islak, 
gökyüzü gri...

Dedemden yadigar gramofanda agir agir calan eski bir plak...
Boguk bir ses yankilaniyor kulagimda, lakin bir o kadar manali sözler ardinda. Icime kursun gibi isleyen nagmeler dolduruyor odayi;
Ne cikar bahtimiza, ayrilik varsa yarin. Sanmaki hikayesi su titreyen dallarin, düsen yaprakla biter...Böyle bir kara sevda, kara toprakta biter...

Bu melankolik müzikle daha bir kasvet kapliyor icimi! 

Basim dumanli. Yalnizlik bir diken gibi nasilda batiyor tenime, nasilda acitiyor her yanimi.
Demli bir cay koymustum az önce fincanima. Buz gibi olmus. Tipki odam gibi. Tipki yüregim gibi.
Ne garip! Cay icmeyi sevmem ki ben. Sevdigim sadece o sahne aslinda. Bir bardak cay, o ve ben. 
Ürperiyorum bir an. Yan tarafa bakiyorum.
Cami acik unutmusum yine, yagmurla karisik rüzgar tülleri havalandirmaya baslamis coktan.

Gözlerim acik fakat hala rüyada gibiyim.
Oysa ne kadarda yakindi, bahar! Elimi uzatsam, tutacaktim!...O kadar yakindi ki bana. Dinmek üzereydi hüzün yagmurlarim...

Hersey yeniden mi basliyor yoksa?

Daha yeni sabah olmamis miydi? Bu karanlikta nerden cikti? Bari biraz zaman gecseydi?

Beynimde sürekli dönen düsünceler bir hortum misali, ne gelse önüne umuda dair yutuyor sanki...
Kafama balyoz gibi inen tek bir soru var: "Benim icin ne yaptin ki?" 
Sualin agirligi neredeyse bin ton ile es degerde... Eziyor beni. Haksizca ve bir o kadar acimasizca yöneltilen bir sual.
Kalbime bakiyorum, sevgi ve nefret köse kapmaca oynuyor cocuklar gibi. Kimin hangi köseyi kaptigi öyle muammaki o sakli yerde. Pusulasida zaten uzun zamandir kirikti mahsun kalmis bu yüregin! Onun icin telaseye gerek yok!

Buz gibi olmus caydan bir yudum aliyorum bu arada. Derin ve karanlık kuyuya atilan bir taş gibi ses cikariyor bos mideme inerken...

Ve nankör kelimesi vücut buluyor hayat kitabimda. Tipki diger tanismak zorunda kaldigim bahtsiz sözcükler gibi.

Söylenmesi gereken o kadar cümle olmasina ragmen susuyorum, susuyorum ve yine susuyorum. 

Sahi soru ne idi: "Benim icin ne yaptin ki? " 

Aci bir gülümseme kapliyor cehremi. 

Buz gibi çaydan bir yudum daha aliyor ve kalin hayat kitabimda coktan yerini almis ilahi adalet sözcügünün manasini bir kez daha okumaya basliyorum...


Seyyah Güneş, Eylül/ 2010 

13 Ocak 2013 Pazar

Gelincik Cicegi...





Gelincik Cicegi....


Yasadigim aci tatli tüm mevsimlerin yegane cicegidir gelincik, güzel yavrum...

Hep sordular, neden seviyorsun gelincigi bu kadar diye? Cevabim yillarca hep ayni oldu: " Sevmemek mümkün mü, Allah askina? Kanmamak mümkün mü onun alimli, kiskandiran güzelligine, söyleyin..."

"Sisli mazimin ates rengindeki günesidir o. Hüzün bulutlari cökmüs cocuklugumun tek sadik kahramani, bir ömür sürecek öksüzlügümün kan kirmizi hatirasi...Ince ve narin, al tac yapraklariyla kralicesidir yemyesil hayal bahcelerimin...Yanaklari al, masum ve birazda mahcup bir gelindir o..."


Ben cok kücükken girdi gelincik cicegi hayatima.

Oturdugumuz evin arka tarafinda büyük kirlik alanda rasladim ilk onlara. Hemen yani basinda nahos kokular yayan atik deresine inat, misk kokulari yayardi etrafina. Zevkimize hitap eden bir oyun bahcemiz vardi sözde ama hayatta hic bir oyundan gelincik tarlasinda kosturmak kadar haz almadim, alamadim.
Bazen tek basima saatlerce gelinciklerin arasinda kaybolur, kendime ait huzurlu bu dünyada hayaller kurar, birde üstüne fon müzigi yapardim caldigim isliklarla... Hic bir zaman koparmaya elim varmadi o muhtesem varliklari, kiyamazdim.

Cogu zaman annemin endiseli ve tiz sesiyle irkilirdim daldigim hülyalardan:

" Kiziiimmm, gec oldu, hadi yavrum, eve!"

Güzel bir günün mecburi bir kapanisi olurdu benim icin annecigimin bu seslenmeleri...

Söz alirdim her defasinda, anlattiklarimi kimseye söylemiyeceklerine dair. Bugün oldu, hala bilmem arkamdan konustuklarini vefali dostlarimin. Tabiatin vefa cicekleri onlar nihayetinde, farklisi beklenemezdi ki... Sen hic yapragini rüzgara kaptirmis bir gelincik gördün mü? Nasilda sahiplenir her bir azasini...

Gün gelipte, veda etmek zorunda kaldigimda bile hic sitem etmediler. Her zaman ki gibi magrur ve icliydi duruslari, narin ama kale gibi saglam ayni zamanda.

Yillar gecti, vakur dostlarimla dünyanin heryerinde karsilastim. Kimi zaman uzun tasli bir yolun hemen yanibasinda...Kimi zaman gezinti yaptigimiz issiz bir göl kenarinda...Kimi zaman okudugum romanlarda...Kimi zaman sunulan bir gelincik serbetinde...Kimi zaman biricik sevdigimi ikinci kez gördügüm bir mekanin duvarindaki asilan tabloda...

Japonlar der ki: "Gelincik insan ömrü gibidir. Dünü vardir, yasamistir. Bugünü vardir, yasiyordur. Ama yarini belli degildir."

Benim gelinciklerimin yarini ise belli... Her birinin tac yapraklarina ufku genis hayallerimi yükledim zira hayatim boyunca. Benimle yasadilar, sevindiler ve üzüldüler. Yarini nasil belli olmaz?! "Ümitsizlik seytandandir" desturuyla yola cikmis umut yüklü trenlerin duraklari olmaz ki! Yarinlara inat, hep seyir halindedir onlar. Ben böyle bilirim gelincik ciceklerini, güzel kizim.
Yarina dair her umudun sahibi O`na emanet ettim onlari ben, unutma...


Seyyah Günes

Bir güvercin masali...








O kadar sararmis yaprak düsmüstü ki bu sene bahcemizdeki topraga, kizim..Her zamankinden daha cok...Her zamankinden daha savruk...Sanki habercisiydi gelen bir hüzün bulutunun...

Her kis balkonumuzda yuva yapan iki cift güvercinimiz vardi. Disi olanin tek bacagi vardi, erkek olan ise gün boyu yuvanin basinda nöbet tutar, arada havada iki tur atar ve tekrar yerine geri dönerdi. Iki siyah ve sevimli güvercindi onlar. Her kis hic usanmadan, ayagindaki o minicik noksanliga ragmen, sadece beton yiginindan ibaret balkonumuza konduruyordu gagasindaki minik dallari disi olani. Yuvayi disi kus yaparmis derler ya...Bir deyimi bu kadar yakindan yasayabilecegimi hic tahmin etmemistim..Gözleri yarim kapali minik yavrulari bile oluyordu ciftimizin bu sicak yuvada...Inanmayacaksin ama ucurmayida basariyorlardi o minikleri her seferinde. Onlar sicak yuvalarinda kendi masallarini huzur icinde yasarken, bizde cevrelerine serpistirdigimiz bugday taneleriyle bu cekirdek aileye katkida bulunmaya calisiyorduk. Nede olsa bizim cocuklardi keratalar. Nede olsa bosuna secmemislerdi onca balkonun icinden bizim tenha betonarmeyi... Bir albüme sigacak kadar resimleri mevcuttu hatta zamana ayak uyduralim derken nurtopu gibi videolari bile olmustu ciftimizin. Her mutlu anlarini kaydetmeye öyle merak sarmistik ki ailece. Sanki icimizde sevgiye ve sefkata dair ne kadar birikim varsa, onun yansimasiydi bu güvercin yuvasi. Kutsaldi. Asla bozulmamali ve korunmaliydi...

Masallar hep mutlu bir sonla bitermis ya, bu güvercinlerin masallarida her kis hep mutlu bitmisti. Ta ki bir cuma günü posta kutumuzda o mektubu görene kadar. Belli ki mektubu yazan kisiye verilen talimat kesin ve netti. Zira ifadeler o kadar soguk, o kadar katiydi ki, sadece yüregimin degil, elimin bile üsüdügünü hissetmistim bir an. Bir sikayet mektubuydu belliki. Üst komsularimiz rahatsiz olmustu balkona gelip giden 4 cift güvercinden. Mektuptaki hijyen, gereksiz gibi kelimeleri görür görmez, dahada fazlada okumak gelmemis icimden, yirtip atmistim hic düsünmeden.

Mahzun bir kis mi bekliyordu bu yuvayi yoksa?

Ne kadarda merakliydi insanoglu yolunda giden bir yuvayi bozmaya. Ne yani onlar güvercin diye, buna hakkimiz mi vardi? Kendi dünyamizda ki onca yikimlar yetmiyor muydu? Kendi girdaplarimizda bogulmak yetmemis olmaliydi ki sira disaridaki aciz mahlukata sira gelmisti...Merhamet yoksunu kareler olmak zorundamiydi bu aciz mahlukatin kisacik ömründe... Evrenselligi kabul görmüs acize karsi merhamet kuralina mi takas edilmeliydi hijyenik kurallar...

Engel olamamistik ...

Soguk ve rüzgarli bir kis sabahiydi yine. Baska bir yol bulamayan babam güvercin yuvasini söylene söylene dagitmak zorunda kalmisti. Bu sefer yemlemek icin degil, bozmak icin uzanmisti titrek eller yuvaya. Anne ve baba güvercin o sirada muhtemel günlük kesiflerine cikmislar, binbir zahmetle kurduklari yuvanin cebrende olsa ne hale geldigini görememislerdi. Hissiyat bu, insanda da ayni, hayvanda da, esyada da...Kim bilebilir ki, düsen yapragina aglayan agacin duydugu hissiyat ile yavrusunu aslana kaptiran bir ceylanin hissiyatinin ayni olmadigini... Zikreden her canli, aciyi hissetmez miydi?...
Günler gecmis, kis sert yüzünü artik daha sik göstermeye baslamisti.
Hijyenik ve ucusan güvercinlerden dolayi görüntü kirliligi yaratmayan bir balkonumuz vardi artik. Üst komsularimizin sessiz zafer nidalari, yuvasiz güvercinlerin sessiz kanat cirpislarina karisiyordu soguk rüzgarda...

Yavru kuslar mi? Onlar ise olan bitenden bihaber, mecburen karsi evin damina ucmuslar, yeni yuvasizliga alismaya calisiyorlardi. Anlam verememisti o minicik yürekleri bu acimasiz ve ani degisime.

Bu güvercin masali nasil bitti dersin, yavrum? Mutlu mu, aci mi, kararini sen vermelisin ama su var ki, bu sevimli aile bizi bir daha üzmemek icin belkide, balkonumuza bir daha hic ama hic ugramadi...

"Ögrendikten, sevdikten sonra daha cok aci cekersiniz", demis ünlü fransiz yazar Victor Hugo. Kendi dünyasinda kurdugu yuvanin degerini bilmeyen, onu sevmeyen yürekler, elbette bir güvercin yuvasini bozmaktan ötürü aci cekmez, cekemezler. Zira insanoglu asil aciyi, er yada gec bir gün gercekten sevmeyi ögrendigi ve bunu telafi edemiyecegini anladigi zaman ceker...

Seyyah Günes